13 Ocak 2016 Çarşamba

KAFKA’NIN DOĞDUĞU MASAL ŞEHİR PRAG

Erasmus sonucum ilk açıklandığında gideceğim şehrin Almanya’nın çek cumhuriyeti ve Avusturya sınırında olduğunu öğrenmiştim. Ve buraya geldiğimde gezmeyi istediğim ilk iki yer Prag ve Viyana idi. Sonunda o fırsatı yarattım ve Prag’a doğru yola çıkmaya karar verdim, biletimi aldım, valizimi hazırladım ve bir sabah koyuldum yola. Rotamda Prag, Viiyana ve Berlin vardı. En güzeli yalnızdım ve görenlerin müdahaleleriyle tadını çıkaramayacağım bir gezi beklemiyordu beni. Her şeyi ama her şeyi ben keşfedecektim. Bütün şehirler benim hayal ettiğim biçimde var olacaktı kafamda. Bu çok heyecan vericiydi. Yalnız küçük bir terslik bekliyordu beni. Ben şehirleri gezerken telefonumun haritasından faydalanmayı umuyordum ki, otobüs çek cumhuriyeti sınırına girdiği an benim internet paketi iptal oldu ve ben internetsiz çalışmayan harita uygulamam yüzünden bir panik yaşamadım değil. Yapacak bir şey yoktu artık çıkmıştım yola ve hedefe ulaşmıştım. Yani Prag’daydım. Bi an korkudan geri dönsem mi diye düşündüm ama sonra en fazla kaybolurum deyip yürümeye başladım. İlk yaptığım iş paramı çek kronuna çevirmek için bir döviz brosu bulmak oldu. bu arada içiniz rahat olsun, her tarafta Türkçe konuşan birileriyle mutlaka karşılaşıyorsunuz. Hem bindiğim otobüste, hem döviz brosu ararken Türkçe konuşan insanlarla karşılaştım. Hatta bu sebepten kendimi yurt dışında hissetmediğim anlar bile oldu. paramı çevirdikten sonra kendime oturup bir şeyler yiyebileceğim ve wify kullanabileceğim bir kafe aramaya başladım. O sırada yardım etmeye çalışan bir kadın bana buraya nasıl tek başıma geldiğimi ve benzeri sorular sordu. Ona bir insan olduğumu, istediğim yere tek başıma gitme hakkım olduğunu, önemli olan ve sorgulanması gerkenin şehirlerin erişilebilir olmasının olduğunu anlatmaya çalıştım. Kadın “haklısın erişilebilir değil ama çekler sıcak insanlardır ve yardımseverlerdir.güzel zaman geçireceğine inanıyorum.” Deyip beni istediğim özelliklere sahip bir kafeye bıraktı. Bu kafe otobüs istasyonuna çok yakın bir kafe. Eğer sizde Prag’a gider de iner inmez böyle bir yere ihtiyaç duyarsanız ismi cross kafe. Otobüsten inince en yakın metro durağının çok yakınında. Bir de yine yemek yiyebileceğiniz burger king var yakınlarda aklınızda bulunsun. Klavuz çizgiler mi? İşte onlar yok. Ama boşverin o detaya takılmayın. Çeklerin o tatlış konuşmalarını dinleyin. Daha çok keyif alabilirsiniz mesela. Kafede daha önceden kalmayı planladığım hostellere haritadan baktım ve uzaklık, fiyat gibi kriterlerden sonra en yakın ve en ucuz olanına gitmeye karar verdim. Hayatımın en garip ve güzel günlerini geçirecektim orada. İsmi chili hosteldir ve ostrava 7 numarada adresidir. Oraya otobüs istasyonundan metroyla 3 durak giderek ulaşabiliyorsunuz. Yalnız bineceğiniz metrolara sarı hatlar deniyor. Bir de kırmızı hatlar varmış. Ben sarı hatlar deyince bi an klavuz çizgiden bahsediyorlar sandım ama değil. Ha bir de bazı yürüyen merdivenler korkunç hızlı hareket ediyorlar. Cidden ama cidden dikkat edin. Uçma ihtimaliniz yüksek. Bu arada hostele ulaşmaya çalışırken gördüm ki gerçekten çekler sıcak ve duyarlı insanlar. Sadece İngilizce problemi yaşayabiliyorsunuz. Herkes bilmeyebiliyor buna hazırlıklı olun ve her karşılaştığınıza İngilizce biliyor musunuz demekten vaz geçmeyin. Biri mutlaka bulunuyor. İlk gün hosteli tek başıma bulmanın verdiği mutlulukla ve elimdeki valizin ağırlığından olsa gerek oldukça yorulmuş olmamdan olacakki, hostele gider gitmez uyumaya karar verdim. Bu arada hostel cidden berbat. Yani yatakları dahi çekilmez diye bilirim. Ama günlük 3-4 euroya kalabiliyorsunuz. Bir de sadece yatmaya gidecekseniz iş görüyor bence. Küçük bir hostel olduğu için ben çok kolay alıştım. Zaten yemek olayı falan yok. Onları dışarıda hallediyorsunuz. Asansörde yok söyleyeyim. Görevlilerden de hiç “sen nasıl kalacaksın? Nasıl tek geldin?” gibi sorularla karşılaşmadım. Pek de umurlarında değildim açıkçası. İlk gün sadece odamı gösterdiler ve sonrasında da pek bir şeye ihtiyacım olmadı. Akşam facebook üzerinde yer alan interrail Türkiye grubundan iletişime geçtiğim, aynı otelde kalan türk bir arkadaşla buluştuk hostelde ve birlikte yemek yemeye gittik. Neyseki o da klasik sorulardan sormadı. Tabi baştan sende sakın bu soruları sorma lütfen diye konuşmaya başlamış olmamın bunda etkisi kesinlikle var biliyorum :D Bir sonraki gün sabah asıl gezime başladım. Önce hostelden çıktım ve kendime kahvaltı yapacak bir yer aramaya başladım. Haritam olmadığı için kulaklar ve burun bu konuda iyi bir yardımcı olabiliyor. Hostellin paralelindeki anacadede yürürken sonunda yemek kokuları ve pasta kokuları aldığım bir yerle karşılaştım. Önünde durdum ve oradan geçen birine buranın kafe olup olmadığını, içeride sandeviç veya kahvaltılık bir şeyler bulup bulamayacağımı sordum. Ve sormaz olaydım dedim. Zira arkadaş kafenin üstündekileri okumadan “burada sadece tatlı yiyecekler var. Kahvaltılık bir şeyrle için 200 metre yürümen lazım.” Dedi. Adama ısrarla emin misiniz deyince adam kafasını kaldırıp yazanları okudu ve “ah çok özür dilerim evet burada da sandeviç varmış. İsterseniz girebilirsiniz.” Dedi. Neyse içeri girdim ve çok tatlı bir garsonla karşılaştım. Önce peynirli bir sandeviçle kahve aldım. Sonra garsona çeklere has bir tatlı denemek istediğimi söyledim. Bana ballı keki önerdi. Aslında çok güzel olmayabileceğini ama çeklere has bir tek bu olduğunu söyledi ellerinde. Bende denemek istedim. Sonuçta Prag’a gelmiştim ve bunu da denemeden gitmek istemezdim. Bildiğimiz kekin içine bal konulmuş halini düşünün öyle bir kekti. Ne çok kötü, ne çok güzeldi diyebilirim. Ama denemiştim ve mutluydum. Oradaki garson arkadaştan prag kalesine, oldtown’a, charls köprüsüne nasıl ulaşabileceğimi sordum ve öğrendikten sonra Prag’ın tadını çıkarmak üzere oradan ayrıldım. Kafeden 15-20 dakika yürüyerek charls köprüsünün paralelindeki, arabaların geçtiği bir köprüye ulaştım. Bu köprüden geçerkende fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim. İnsanlara rica ederseniz sizin fotoğrafınızı zevkle çekiyorlar. Sonra köprüden yürüyerek oldtown’a ulaştım. Yürüyüşün son kısımlarında bana Fransız bir çift eşlik etti. Beni oldtow’un başında bırakıp orada istediğim şekilde gezebileceğimi söylediler. Burası gerçekten ama gerçekten çok güzel bir yer. Bir kere araç trafiğine kapalı ve çok rahat yürüyebiliyorsunuz. Yürümekte zorlanacağınız kadar da kalabalık değildi açıkçası. Burası bir meydan gibi. Yan yana farklı dükkanlar bulabilirsiniz. Kafeler bulabilirsiniz. Hatta benim gibi yanlışlıkla tai masajı yapan bir yere bile girebilirsiniz ahahah :D Orası gerçekten çok ilgimi çekmişti. Güzel güzel uzak doğu müziklerini duyunca dayanamadım ve girdim. Oranın bir hediyelik eşya dükkanı olduğunu düşünmüştüm ve bana burası masaj merkezi dediklerinde şok geçirmedim değil. Hayır o kadar girmişken masaj yaptırayım diye düşündüm ama çok pahalıydı. Paranız olursa siz düşünebilirsiniz. Sonra biraz daha ilerledim ve bir hediyelik eşya dükkanı buldum. Girişte elime kartpostallar çarptı ve onlar hakkında bilgi almaya başladım görevliden. Tanesi 10 krondu ve prag’la ilgili önemli yerlerin resimleri vardı üzerlerinde. Çok cazip geldi ve birkaç tane aldım. Sonra biraz daha ilerledim ve bir çikolata dükkanının içine düştüm. Ay resmen harikalar diyarı gibiydi. Görevli arkadaşta gayet bilinçliydi ve bir sürü farklı çeşitte çikolata aldım. Tarçın severler için tarçınlı çikolatayı önerebilirim. Onun dışında bir sürü çikolata çeşidi var. Hepsi açık bir şekilde satılıyor ve isterseniz hepsinden tadımlık seçtirebilirsiniz. Oradan çıkınca başka bir hediyelik eşya dükkanı keşfettim ve buradaki abla Türk komşusu olduğu için birkaç kelime Türkçe bildiğini söyledi. En komiği abla’nın Mustafa abi demeyi öğrenmiş olmasıydı. Söyleyiş biçimi çok tatlıydı cidden. Oradanda farklı magnetler kitap ayraçları ve Prag bileklikleri aldım. Sonra klasik müzik çalan bir yere denk geldim ve öğrendim ki orası bir tiyatroymuş. Ama kapalıydı tabi. Oradan hatıra olsun diye bir tane broşür aldım bende. Ve sonra oldtown’a girdiğimden beri rüzgarla ara ara gelen çok güzel tatlı bir kokunun kaynağını aramaya başladım. Kokusu wofle’yi andırıyor diyebilirim. Yoldan geçen insanları durdurup “tatlı bir koku alıyorum. Bu koku nedir biliyor musunuz?” diye sordum. Onlarda bunun çeklere has bir şey olduğunu, yakın bir kafede yapıldığını, bana gösterebileceklerini söyledi. Sonra o kafeye gittim ve o şeyden denemek istediğimi söyledim. İsmi çekçe olduğu için şu an hatırlayamıyorum. Ama şekli bir bardak gibi yuvarlak ve sert. Ekmek gibi ama tam ekmek de değil. Ortasındaki boşluğa dilerseniz çikolata sürüp verebiliyorlar. Ama zaten ekmeğin kendisi de baya tatlı. Tarçında vardı içinde diye hatırlıyorum. Çikolatasız isterseniz 60 çikolatalı isterseniz70 kron fiyatı var. Benim denediğim yerde köprüden oldtown’a girince bi 50 metre sonra sağda kalıyor. Bana çok tatlı geldiği için ben hepsini bitiremedim. Tabi içine çikolata istediğime biraz pişman oldum diyebilirim. Çikolatasız olursa da çok kuru olabilir. Bilemedim o yüzden hangisini tercih etmek daha mantıklı. Ama kesinlikle denenmesi gereken bir şey.
Veee özgürlüğümün simgelerinden charles köprüsü
bu başka bir köprü, bu köprü özgürlük köprüsü. Bu köprü cidden farklı bir ruhu olan köprü. Öyle bilye değil yani. Ay bilmiyorum ama ben bayıldım bu köprüye. Prag için masal şehir diyorlardı da inanmıyordum. Gerçekten öyle bir his yaratıyor sizde. Hem oldtown’da gezerken, hem Charles köprüsünde yürürken hem de prag kalesinde bunu fazlasıyla hissettim. Bu köprünün başlangıcını Belçikalı bir kadın eşliğinde buldum. Sonra köprüde başladım tek başıma yürümeye. Trafiğe kapalı bir köprü ve nehrin sesini daha çok sol taraftan duyabiliyorsunuz. O tarafta akıntı var çünkü. Ama her iki tarafta da uçuşan martıları çok rahat duyabilirsiniz. Onları izleyebilirsiniz. Benim gibi video kaydı bile alabilirsiniz. Buyurunuz bu da ilk videomdur:
https://youtu.be/rpf532Dva_g
Hatta kendi hisleriniz doğrultusunda zevk alıyorsanız eğer, köprü üstünde çok güzel fotoğraflar da çekebilirsiniz. Ben köprü boyunca bunları yaptım. Oldukça yavaş yürüdüm ve sürekli durup nehrin, martıların, insanların hallerini izleyerek köprünün keyfini çıkardım. Bu arada köprü üzerinde çok fazla müzisyenle karşılaşıyorsunuz. Bu da işin başka güzelliği. İyiki varlar. Bir de portre çizenler var. Ayrıca köprü üstünde de el yapımı takıların ve başka hediyelik eşyaların satıldığını bilmenizi isterim. Ama çok pahalılar. Ve işte köprüde çektiğim videolardan 2.si de burada: https://youtu.be/CAKOAxg2OEQ
son bir videom daha var bu köprüden: Bu son videoda müzik çalmaya başlayınca, oradaki bir çift dans etmeye başladı. Çok tatlılardı bence.
https://www.youtube.com/watch?v=J1IsQsUz-5k&feature=em-upload_owner
VEEE PRAG KALESİ


Köprüden sonra kaleye gidecektim. Ama nasıl gideceğimi bilmiyordum. Telefonumdaki haritada internet olmadığı için çalışmıyordu. Geçen insanlara sormayı denemeye çalışıyordum. Derken İngilizce konuşan bir çift duydum ve yanlarına koştum. Onlara kaleye nereden gidebileceğimi bilip bilmediklerini sordum. Onlarda bilmediklerini ama istersem birlikte gidebileceklerini, kendilerinin de kaleye gitmeyi düşündüklerini söylediler. Açıkçası mutlu olmuştum. Farklı insanlarla tanışmayı seviyordum ve kale daha görsel öğelerle dolu bir yer olacağı içinde birileriyle oraya gitme şansı yakalamak benim için güzeldi. Onlarla sohbet etmeye başladık ve öğrendimki onlar İngiliz bir çiftmiş ve ingiltereden gelmişler buraya. Adam 70 yaşında, kadın 64 yaşındaymış. Ben geçirdiğim şoku size anlatamam. Hadi adam yine bir nebze gösteriyordu yaşını da, kadının 64 yaşla alakası yoktu. Maksimum 40 diyebilirdiniz. Zaten avrupadaki yaşlıların bu kadar enerjik ve dinamik olması beni geldiğimden beri en çok şaşırtan detaylardan biri oldu hep. Nedense hiç başka ihtimalleri düşünmeden onlara kaç yıldır evli olduklarını sordum. Evli olmadıklarını birlikte yaşadıklarını, evliliği sadece çocukların resmi işlemleri için düşündüklerini söylediler. Türkiye’de böyle düşünen bir yaşlı var mıdır acaba diye düşündüm o sırada. Adam eski rock n roll’cuymuş bu arada. O değilde tanıdığım genç hetero çiftlere taş çıkartırlardı valla. İyiki tanıdım onları iyiki. Her neyse biz birlikte kalenin yolunu tuttuk. Kalenin girişinde de küçük bir christmassmarket vardı. Bu marketler Pazar gibi dışarıda standlar şeklinde kuruluyorlar ve avrupanın bir çok ilinde yer alıyor. Noelden 1 ay önce kuruluyor genelde ve oldukça da renkli oluyorlar. Genelde hepsinde de sıcak şarap mutlaka satılıyor. Oldukça yaygın sıcak şarap buralarda. Hatta çocuklar içinde alkolsüz versiyonunu yapmışlar. Meyve aramolarıyla ve baharatlarla yapmışlar. Biz burada birer sıcak şarap içtik birlikte. Ve tabi benim bolca fotoğraflarım çekildi. Hatta birlikte fotoğraflarda çektirdik. Kadın bana gördüğü her şeyi betimliyordu. Hatta dokunma imkanım olabilecek her şeye dokunmamı sağlıyordu. Ve öyle bir kadının ismini unuttuğum için şu an çok kızıyorum kendime. Yine kalede de müzisyenler vardı. Üstelik ortaçağ müziği yapıyordu bir tanesi ve cidden insan kendisini ortaçağ atmosferinde hissedebiliyordu. İşte onun kısacık videosu da burada: videoda konuşan kadınsa bana eşlik eden arkadaş :))
https://www.youtube.com/watch?v=YvwzV_ePMxk&feature=em-upload_owner
  bir de orada patatesli vejetaryen bir çek yemeği denedim. Patatesli mısırlı bir şeydi. Fena da değildi bence. Ben vejetaryen olduğum için onu denedim ama farklı seçeneklerde var tabi. Bir de kalede her zaman bu Pazar açık olmayabilir. Christmas zamanı giderseniz daha güzel zaman geçirebilirsiniz bence. Kaleden sonra birlikte katedrale de kısaca uğradık ve sonra onlar bir kilise konserini izlemek için ayrıldılar. Bende hostelime döndüm. Akşam yemeği içinde hostel yakınında bir taylant restoranına gittim. Orada bu kadar şeyin üstüne bir de çeklere özel bir bira denemesem olmazdı deyip bir çek birası denedim. Bana tad olarak çok da farklı gelmedi açıkçası ama denemek güzeldi. Bir sonraki günse, ilk gün akşam birlikte yemek yediğim türk arkadaş ve onun hostelde bulduğu diğer türk arkadaşlarla birlikte John Lennon duvarına, astronomik saat kulesine ve dans eden eve gittik. Dans eden evin adı mimari yapısının farklılığından geliyormuş bildiğim kadarıyla. Onun dışında bildiğimiz bir bina. İçinde ofisler ve kafeler falan var. Astronomik saat kulesininse özel bir hikayesi var. Onu sizinle paylaşmak isterim:
Old Town Meydanı’nda bulunan ünlü Astronomik Saat, Prag’ın en ünlü simgelerinden biri. Saat’in bu kadar ünlü olmasının en önemli nedeni, günümüzde hala çalışabiliyor olan dünyanın en eski saati olması. 1410 yılında yapıldığı düşünülen saat, ortaçağın gök bilimine dair ipuçları verir. Günümüze kadar çok fazla tamir ve onarımdan geçmesine rağmen hala varlığını sürdüren Astronomik Saat, 12 saat dilimini ve 12 burcun sembollerini taşır. Saatin yapımına dair birçok rivayetin bulunmasıyla birlikte en çok bilineni, 15. Yüzyılda saat ustası Hanus tarafından yapıldığıdır. Güzel eserlerin tekrar başka bir yerde yapılamaması için uygulanan geleneksel kör etme yöntemi, talihsiz Hanus’un da başına gelmiş. Hanus ise kendisine yapılan bu zulmün intikamını saati tekrar bozarak almış. Yıllar sonra tekrar tamir edilen saat, günümüze kadar bir bozul bir tamir ol şeklinde varlığını sürdürmüş. Ortaçağ’ın günümüzdeki en görkemli kalıntısı olan Old Town Meydanı’nı dolaşırken Astronomik Saat Kulesi’nin altında onlarca insanın beklediği fark edersiniz. Genelde turistlerden oluşan bu insan grubunun orada toplanmasının nedeni, her saat başı saat kulesinde oluşan animasyon. Saat’in sağ ve sol kısmında dört tane heykel bulunuyor. İskelet şeklinde olan heykelin bir elindeki çanı çalıp diğer elindeki kum saatini çevirmesiyle animasyon başlar. Bu her canlının bir gün ölümü tadacağını ve geçen zamanla birlikte kaçınılmaz sonun yaklaştığını simgeler. Bir diğer heykel olan Yahudi, elindeki para kesesini gösterip gelecek ölümü kabullenmediğini başını sağa sola sallayarak ifade eder. Diğer bir heykel ise elindeki aynaya bakarak başını sağa sola sallar ve o da kibri ederek gelen ölümü kabullenmediğini ifade eder. Dördüncü ve son heykel ise elindeki mandolin ile zevki sefayı temsil edip aynı başını sağa sola sallama ritüeliyle ölümü kabul etmediğini ifade eder. Bu dört heykelin mesajlarını verdiği animasyon boyunca, saatin üstünde açılan pencereden 12 havari geçiş yapar. Animasyon, saatin en üstündeki horozun ötüp yuvasına girmesiyle sona erer. Kaynak:
http://blog.prontotour.com/pragin-yasayan-efsanesi-astronomik-saat/
Lennon duvarı ise Charles köprüsünün altında bulunuyor. Oldtown’dan köprüye doğru yürürken, köprünün ortalarında bir yerde sol tarafta aşağı inen merdiveler var. Oradan aşağı inip sağa doğru ilerlediğinizde Lennon duvarına ulaşabilirsiniz. Bu duvar çek halkının Lennon sevgisiyle ortaya çıkmış diye biliyorum. Tam hikayesini hatırlamıyorum. Ama duvar çok tatlış bi duvar gerçekten. Üzerinde her dilde barış cümleleri bulabileceğiniz, farklı grafik ve resimlerin olduğu rengarenk bir duvar. Türkçe yazılar da vardı. Önünde bolca fotoğraf çektirebilirsiniz. Bu arada tek gidemediğim yer Kafka’nın evi oldu. saat geç olduğu için kapanmıştı. Bende önünde fotoğraf çektirmekle yetindim. Ve sonraki gün yeni heyecanlar ve maceralar için Viyana’ya doğru yola çıktım. Bu arada otobüsü beklerken Brno şehrinde bir üniversitede akademisyen olan bir kadınla tanıştım. Bana kendi üniversitelerinde engelliler için bir çok imkan olduğundan bahsetti. Benim erasmus için seçtiğim Alman üniversitesinin sağlamadığı bir çok şeyden. Oysa ben Almanya’yı çek cumhuriyetinden daha gelişmiş diyerek seçmiştim. Orada ülkelerin gelişmişliğiyle körler için gelişmişlikleri arasında büyük bir fark olduğunu anladım. Bu arada son bir not daha; Prag’da tramvaylar çok eski ve binebilmek için yaklaşık 4 dik basamak çıkmanız gerekiyor. Buda aklınızda bulunsun. Öyle bir adımda binemiyorsunuz yani. Ama bu kısımları saymazsak Prag aşık oluncak bir şehir gerçekten. Ayrılmak gelmedi içimden doğrusu. Belki birgün tekrar giderim oraya kim bilir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder