8 Ocak 2016 Cuma

Brecht'in doğduğu körcül şehir Augsburg

Size ilk olarak Brecht’in doğduğu şehir olan Augsburg gezimi anlatarak başlamaya karar verdim. Bertolt brecht’i çok severdim. Ama onun şu an bulunduğum bir şehre çok yakın bir şehirde doğduğunu hiç bilmiyordum. Bir gün onun doğduğu topraklarda olabileceğimi hiç düşünmüyordum. Bu benim için oldukça heyecan verici bir geziydi tam da bu sebeple. Bu şehir aynı zamanda yurt dışına geldiğimden beri ilk kez tek başıma gezme şansı bulduğum bir şehir olma özelliğine de sahip oldu. Yani anlayacağınız benim için oldukça ama oldukça önemli bir yeri olan bir yer Augsburg. Bu şehre gitmemi gerektiren durumsa yine benim için en önemli bağımsızlık araçlarımdan biri olan İphone’min bozulmasıyla oluştu. Telefonun harita uygulamasını yağmurlu bir havada kullanırken ben, telefon bütün yağmuru yedi ve dokunmatiği algılamaz oldu. ne kadar apple temsilcilerine ulaşmaya çalışıp bunu evden halletmeye çalışsamda başaramadım. Üstelik bir de yabancı dilde bunu yapmak oldukça zor oldu. sonra en yakın apple servisinin Augsburg’da olduğunu öğrendim ve bu şehre tek başıma gitmeye karar verdim. Öncelikle “Avrupalılar umursamaz, başınıza bir şey gelse dönüp bakmazlar, yardım etmezler” gibi kalıp düşünceleriniz varsa bunları bir kenara atın. Tabi aynı şekilde, “Avrupalılar körler konusunda çok bilgilidirler, Türkiye’deki gibi saçma sorularla karşılaşmayız.” Gibi bir düşünceniz varsa da bir kenara atın. Bunların hiçbiri doğru değil. Çok duyarlı, yardımcı olmayı isteyen bir çok almanla karşılaştım. Tabi aynı derecede bir çok saçma soruyla da karşılaştım. Türkiye’dekilerden hiç de farklı sorular değildi bunlar. “nereye gidiyorsun? Neden oraya gidiyorsun? Tek başına mısın? Nasıl geldin tek başına?” bunlardan başlıcaları diyebilirim. Augsburg’a ulaştığımda ilk olarak apple store’nin olduğu yeri bulmak için information ofisle konuştum. Oraya giden otobüsü öğrendim ve otobüsü aramaya başladım. Gideceğim yer bir alışveriş merkezi olduğundan işim kolaydı. bu arada alış veriş merkezinin ismi city galerie ve istasyondan oraya 22 numaralı hatla ulaşabiliyorsunuz. Her neyse otobüsü yardım alarak buldum ve alış veriş merkezine ulaştım. Yine birine sorarak ve onun yardımıyla apple store’ya ulaştım. Telefonumu yeniledikten sonra İtalyan yemekleri yapan bir kafe bularak yemeğin tadını çıkarıp dinlendim. Alış veriş merkezinin içinde olması işimi kolaylaştırdı tabi. Yemekten sonra tek başıma biraz dolaştım orada. Bu sırada tamamen sesler ve kokulardan yararlanarak ilerlediğimi söyleyebilirim. Bir müzik sesi, parfüm kokusu önemli detaylar oldu benim için. Kıyafet mağazası olduğunu düşündüğüm bir yer vardı ve oraya girdim. Dokunduğum kıyafetlerin erkek kıyafetleri olduğunu anlamıştım ama ben çocukluğumdan beri erkek kıyafetlerini hep sevmişimdir ve hep yanımda birileri olduğu için, onlar tarafından “onlar erkekler için” denilerek çekiştirilmişimdir. Tam da bunları düşünüp rahat rahat erkek kıyafetlerine bakmanın tadını çıkarırken, birden mağaza görevlisi geldi ve bana onların erkekler için olduğunu söyledi. Ah dedim ya, yine kurtulamadım bu cinsiyetçi kafadan. Üstelik almanyadayım ve özgür olduğumu zannediyorum. Yok arkadaş burada da erkek kıyafetlerine bakmak serbest olmadı bana. Onlara “olabilir, ben beğeniyorum ve bakmak istiyorum. Hata bu montun fiyatını söyler misiniz bana?” dedim. Tuhaf tuhaf baktıklarını hissettiğim bir sessizlik anı oldu ve sonra bana fiyatı söyleyip beni kadınlar için olan bölüme götürdüler ısrarla. Oradaki montlara dokunup, “ıyy bunlar berbat” deyip uzaklaştım oradan. Ne yaparsam yapayım bu konuda özgür olamıycam galiba. Sonra bir parfümcü buldum ve buraya geldiğimden beri her yerde aradığım parfümü orada buldum. Kendimi o parfümle ödüllendirdim. Mutluydum. Alış veriş merkezinden çıkınca küçük bir christmassmarket olduğunu duymuştum daha önce bana yardım eden birinden. Oraya uğramak istedim. Müziği takip ederek o pazarı buldum. Bir kadeh sıcak şarap içmek istedim ve o sırada yine bana takılan bir alman teyze benimle yarı almanca yarı İngilizce sohbet etmeye başladı. Klasik sorularını da sormayı ihmal etmedi tabi. Ona Bertolt Brecht’in evine nasıl gidebileceğimi sordum. Çünkü burada en çok görmek istediğim yerlerden biriydi. Teyze oraya tek başıma gideceğimi duyunca panik yaptı ve benimle birlikte oraya kadar geldi. Hatta bir de oradaki görevliye bir güzel teslim etti. Tam tipik Türkiye manzaraları gibi değil mi? Ben öyle hissettim doğrusu. bu arada Brecht'in evine de city galeriden 10-15 dakika yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. ben teyzeyle yürüdüğüm için yolu çok anlamadım ama alış veriş merkezine çok yakın olduğu bir kesin. haritadan da yardım alarak bulunabilir. ya da benim gibi oradan geçen insanlara sorarak da ulaşılabilir. Müzeye giriş 2 euro. Ama içeride kabartma broşür yoktu. Ve İngilizce materyalde.. görevlinin de İngilizcesi yoktu. Bu nedenlerle pek anlayamadım ama bana izlemem için 10 dakikalık bir video açtı ve bu sırada Brecht’in evinde oturdum. Çok etkileyiciydi bence. Orada, o atmosferi hissetmek bile güzeldi. Sonra oradan çıktım ve hemen evin yanındaki asma köprüden geçerken nehrin o güzel sesini de kaydetmeden yapamadım. Kısacık da olsa sizinle bunu paylaşabilirim. buyrunuz bu da nehirden kısacık bir video kaydımdır:
https://youtu.be/Icn6ZYn-XCg

Köprüden sonra tramvayla tren istasyonuna dönmeye karar verdim. Bu sırada yine yardım aldığım bir kadınla kısa muhabbetimizde, eski eşinin İngiliz olduğunu, o nedenle İngilizcesinin iyi olduğunu, ama şimdiki eşinin bir oyuncu olduğunu falan konuştuk. Tek başına olmanın en güzel yanı bu galiba. Farklı insanlar tanıyabiliyorsunuz. Bu arada söylemem gereken en önemli detaysa, bu şehirde diğer bavyera şehirlerinde görmediğim kadar klavuz çizgilerle karşılaştım. Üstelik bir çok yerdetrafik ışıkları sesliydi ve çalışıyordu. Bu beni etkileyen en önemli detay oldu zaten. Tren istasyonunun yakınına gelince saate baktığımda henüz çok zamanım olduğunu gördüm ve haritayı karıştırmaya başladım telefonumdan. Malum artık kullanabiliyordum telefonumu. Bakarken yakında katedral ve hofgarden olduğunu gördüm. Hofgarden için yol tarifi istedim ve yürümeye başladım. Tam ışıklarda beklerken bir amca yanıma gelip, nereye gitmek istediğimi sordu. Ben de çok saf bir şekilde hofgarden’a gitmeye çalıştığımı söyledim. Amca benim peşime takıldı ve beni gezdirmeye başladı. İlk başlarda rahatsız olmamıştım ama adam sürekli elimi tutmaya çalışınca ve ben geri çekmeme rağmen bunda ısrarcı hareketlerde bulununca adamdan kurtulmak için bahçe ve katedrali gezdikten sonra tren istasyonuna gitmek istediğimi söyledim. Adam istasyona kadar ve hatta bineceğim perona kadar geldi benimle. Bana kartını bile vermeye çalıştı. Augsburga gelirsem onu arayabilirmişim. Reddettim tabiî ki kartını almayı. Ama yinede sayesinde güzel bir gezi yaptım diyebilirim. Zira hiçbir arkadaşımla algılamadığım detayları onun güzel betimlemeleri ve her detaya dokundurtma çabası sayesinde algılayabildim ve çok keyif aldığım bir gerçek. Katedralin kapısındaki süslemeler, duvarlarındaki süslemeler, bahçedeki çiçekler gibi bir çok detaya dokunma şansı buldum. Bu benim için çok güzel bir şeydi. Ayrıca amcanın betimlemeleride çok başarılıydı bence. Bu arada amca amca diyorum ama adam bir kalp doktoruymuş. 35 yaşında bir kızı varmış ve kızıda engelli çocuklarla çalışıyormuş. Beklide adamın duyarlılığı bu yüzden mi diye düşündüm ama aşırı yakın tavırları gerçekten çok rahatsız ediciydi. Sonra trene binip geri döndüm tabi ve o günü tek başıma geçirebilmiş olmam benim için mutluluk vericiydi diyebilirim. Açıkçası arkadaşlarımla çıktığım gezilerden daha fazla keyif aldığım ilk gezim olmuştu bu. Kesinlikle tek başınıza çıkmaktan, bir yerleri tek başınıza keşfetmekten korkmayın. Yoksa hep birilerinin size anlattıklarıyla yetinmek zorunda kalırsınız. Kendi keşifleriniz sizi daha mutlu edecek ve daha büyük bir doyum yaşatacaktır benden söylemesi. O kadar Brecht’ten bahsetmişken onun bir sözüyle yazıyı bitirmekte hoş olur diye düşünüyorum. Özgürlük neye yarar, yaşarsa bir arada özgürlerle tutsaklar. Bertolt Brecht Not: bu blog’daki yazılarımda sadece kendi çektiğim ve ses odaklı videoları kullanıyorum. Görüntüde neler olduğunu bilmiyorum. Sadece bu videolarla o şehirlerin atmosferlerini hissettirmek istiyorum.

2 yorum:

  1. Bu yazını okuyunca, ne kadar şanslı olduğunu düşündüm. Hiç düşündün mü bilmiyorum ama, ne çok insanla tanışma fırsatı buluyorsun.Zaten gazetecilik okuyorsun. Her denk geldiğin insan senin için yeni bir dünya demek. Müthişsin! Yazılarını merakla, heyecanla bekliyorum:)

    YanıtlaSil
  2. Çok iyi olmuş video kullanma fikri de ayrı bir güzellik katmış yazıya canım çok keyifliydi okuması

    YanıtlaSil